Tanrıların tanrısı Zeus, bir süredir yeryüzündeki insanların tanrılara saygısızlığından rahatsız olmaktadır. Buna karşılık önceleri sessiz kalır. Ancak insan davranışlarında hiçbir iyileşme görmeyince uyarı olarak, bazı hastalıklar göndermeye başlar. Bunlar çoğunlukla da çaresi zor bulunan hastalıklardır. Ne var ki, o yeryüzündeki bir ölümlü, hasta kişileri sağlıklarına kavuşturuyormuş. Olanlara dayanamayan Tanrı Zeus kâhinlerini, danışmalarını yanına toplar, durumu anlatır; bu kişiden kurtulmak istediğini söyler. Kâhinler, bunun için o kişiyi öldürmek ama bu sırada toprağa kan damlatmamak gerektiğini söylerler. Bir tek bu koşulla insanlar artık hastalıktan kurtulamayacaktır. Kurtarıcı kişi yakalanır; bu Hipokrat'tır. Bir cellât tarafından, yere kan damlatmaksızın boynu vurulur. İşini bitiren cellât tarafından baltasını toprağa koyduğunda baltadan yere bir damla kan düşer. Ve tam orada keskin kokulu bir ot yetişir.

İnsanları yeniden hastalıktan kurtaran bu ot sarımsaktır. Yunan mitolojisinde sarımsağın insan sağlığı için yararını anlatan bu öykünün bir benzerine Hint mitolojisine rastlarız. Tanrılar önemli ve değerli bir meyveye sahip olabilmek için birbirleriyle çatışırlar. Bir tanrıça ortalığı yatıştırarak meyveyi tüm tanrılar arasında paylaştırır. Ancak bu sırada tanrıların arasına bir şeytan karıştırmıştır. Bu, fark edilince tanrılar onu öldürmeye karar verirler. Başına gelecekleri anlamayan şeytan kendi payına düşen meyveyi hemen ağzına atar. Fakat tam yutamadan idam edilince ağzında kalan bir lokma da yere düşer; düşer düşmez de orada kendisinden daha değerli bir bitki yetişir. Şeytanın ağzından düşen lokmadan ürediği için kokusu çok keskin ve çoğumuza göre kötüdür.
 Soğangillerden iki yıllık bir bitki olan sarımsağın tarihi geçmişi on binlerce yıl geriye gitmese de, dünyanın en eski ve köklü tarım ürünlerinden biridir. Piramitlerin yapımı sırasında işçilerin günlük kumanyasının soğan ve sarımsak olduğu, bunların adedi azaltılınca işçilerin, bugünkü adıyla, greve gittiği bazen işçi haklarının tarihçesini, bazen de eski dünyadaki yaşamı anlatırken sıkça kullanılan çok bildik bir öyküdür.

Aynı şekilde Romalı gladyatörlerin arenaya, kendilerini kötülüklerden korusun, cesaret versin diye boyunlarında sarımsak kolyeleriyle çıktığı da başka bir öyküdür. Arkeolojik çalışmaların sonucu sarımsağı anayurdunun ön ya da Orta Asya olduğunu söyler. Bu arada, dünyaya Hindistan ya da Sibirya'dan yayılmış olabileceği de hala üzerinde düşülen olasılıktır. Toprak altında oluşan baş ve dişleri ile genç yaprak sürgünleri tüketilen sarımsağın yetişmesi için en önemli koşullar potasyum değeri yüksek, geçirgen ve hafif bünyeli toprak ile zedelemiş, sağlıklı tohumluk sarımsak dişleridir. İyi ve kolay üretim için seçilen toprağın kıraç arazide bulunması önceliklidir; çünkü kıraç araziyi doğa sular. Taban arazisi denilen ova arazi çiftçi tarafından sulandığı için bazen yanlış uygulamalar toprağın yapısını bozabiliyor. Bu da ürünün kalitesini düşürüyor. Ancak başarı için kaliteli toprak ve tohumun yanı sıra iyi bir dikim, doğru ve yeterli sulama ve iyi bir depolama da gerekmektedir. Sarımsak üretimi ekmek yoğun, zor bir bitkidir.

Dikimi, gübrelenmesi ve sökümü dünyanın her yerinde aynı şekilde yapılsa bile ekim ve hasat zamanları üretim bölgesinin iklim koşullarına göre değişmektedir. Dikimi hala elle yapılan ürünü iki kez çapalamak, üç kez gübrelemek gerekiyor. Dişler teker teker, elle temizlenip satışa hazırlanıyor. Eğer profesyonel kullanım için hazırlanıyorsa, soyarken makine kullanmamalı; çünkü makine dış zarda zedelenmeye yol açıyor. Bu durumda, sarımsaktan bir sıvı akar ki, bu da sarımsağın bozulmasını hızlandırır. Yaşayan bir ürün olarak da tanımlanan sarımsağın uzun süre depolamaya uygun bir bitki olmakta beraber aşırı nem yoğunlaşmasına yol açacağı için plastik torbalar içinde saklanmamalıdır. Sarımsağın mevsim dışına çıkıp çıkmadığını yani kalitesinin bozulup bozulmadığını anlamak içinse bir diş sarımsağın kırmak ya da dikey olarak kesmek gerekiyor.